ZİHİN VE MEDİTASYON

Zihinde düşünce olmadığı zaman o meditasyondur. Zihinde iki durumda düşünce yoktur; ya derin uykudayken ya da meditasyondayken. Eğer farkındaysan ve düşünceler kaybolursa o meditasyondur. Eğer düşünceler kaybolur ve bilinçsiz hale geçersen o derin uykudur.

Derin uyku ve meditasyonun benzer ve farklı bir tarafı vardır. Benzer olan bir şey; her ikisinde de düşünce kaybolur. Benzer olmayan bir şey; derin uykuda farkındalık da kaybolur ama meditasyonda kalır. Yani meditasyon derin uyku artı farkındalıktır. Derin uykudaki gibi gevşemiş haldesin ve hâlâ farkındasın, tamamıyla farkında. Ve bu seni gizemlerin kapısına götürür.

Derin uykuda zihinsizliğe girersin ama bilinçsiz olarak. Nereye götürüldüğünü bilmiyorsun ama yine de etkisini ve tesirini sabahleyin hissedeceksin. Şayet o gerçekten, hiçbir rüyanın seni rahatsız etmediği derin bir uyku olduysa, sabahleyin kendini taze, yenilenmiş, canlı, gençleşmiş, neşeli ve tatlı hissedeceksin. Ama bunun nasıl olduğunu, nereye gitmiş olduğunu bilmiyorsun. Anestezi verilmiş gibi, bir çeşit derin komaya sokulup ve sonra da geldiğin yerden başka bir düzleme gençleşmiş, taze ve yenilenmiş olarak götürüldün. Bu meditasyon anestezi olmadan gerçekleşir. O halde meditasyon derin uykudaki gibi gevşemiş kalınmasına rağmen yine de uyanık olmaktır. Farkındalığını orada tutarak düşünceler kaybolsun ama farkındalığın tutulması şarttır. Ve bu zor değildir, sadece onu şimdiye kadar denemedik hepsi bu. O yüzmek gibidir; eğer hiç denemediysen zor gibi görünür. Tehlikeli de gözükür ve insanların nasıl olup da yüzebildiğine inanamazsın çünkü sen kolayca boğuluverirsin! Ama bir kez, azıcık denersen kolaylaşır; o çok doğaldır.

Artık bir Japon bilim adamı deneylerle altı aylık bir bebeğin yüzebildiğini deneysel olarak kanıtlamıştır; sadece fırsat tanınmalıdır. Altı aylık pek çok çocuğa yüzmeyi öğretmiştir; bir mucizeyi gerçekleştirmiştir! Daha küçük çocuklarla da deneyeceğini söylüyor. Öyle görünüyor ki yüzme sanatı içimizde kayıtlıdır; sadece ona bir fırsat tanımamız lazım ve sonra o çalışmaya başlıyor. Bu nedenle bir kez yüzmeyi öğrendiğinde hiçbir zaman unutmazsın. Elli yıl boyunca yüzmeyebilirsin, elli yıl, ama yine de unutamazsın. Bu rastlantısal bir şey değildir, doğal bir şeydir; bu nedenle onu unutamazsın.

Meditasyon da buna benzer; o içimizde kayıtlı bir şeydir. Sadece ona çalışacağı bir alan vermelisin; sadece ona bir şans tanı.

ZİHİN NEDİR? ZİHİN BİR ŞEY DEĞİLDİR AMA BİR OLAYDIR. Bir şeyin içinde madde vardır, bir olay ise sadece bir süreçtir. Bir şey bir kaya gibidir, bir olay ise bir dalgaya benzer; vardır ama maddi değildir. O sadece rüzgâr ve okyanus arasındaki bir olay, bir süreç, bir olgudur.


Anlaşılması gereken ilk şey zihnin dalga gibi, nehir gibi bir süreç olduğudur ama içinde hiçbir madde yoktur. Maddesi olsa çözülemezdi. Eğer hiçbir maddesi yoksa, bir iz bırakmadan kaybolup gidebilir.



Bir dalga okyanusta kaybolduğunda geride ne kalır? Hiçbir şey, bir iz bile kalmaz. O yüzden bilge olanlar der ki zihin uçan bir kuş gibidir; geride ayak izi yoktur, bir iz dahi yoktur. Kuş uçar ama bir yol, bir iz bırakmaz.



Zihin yalnızca bir süreçtir. Aslında zihin yoktur; sadece düşünceler var, düşünceler öylesine hızla hareket ediyor ki sen sürekliliği olan bir şeyin var olduğunu düşünüyor ve hissediyorsun. Bir düşünce gelir ve diğeri gelir ve diğeri, ve böyle sürer gider... boşluk o kadar küçüktür ki bir düşünceyle diğeri arasındaki aralığı göremezsin. Bu durumda iki düşünce birleşir, bir süreklilik arz eder ve bu süreklilik yüzünden bir zihin olduğunu düşünürsün.



Düşünceler vardır; "zihin" yoktur. Tıpkı elektronların olup "madde"nin olmaması gibi. Düşünce zihnin elektronudur. Tıpkı kalabalık gibi... kalabalık bir anlamda vardır, bir başka anlamda da yoktur. Sadece bireyler vardır ama bir sürü birey birlikteyken tekmiş gibi bir duygu verir. Bir ulus hem vardır hem yoktur; yalnızca bireyler vardır. Bireyler bir ulusun, bir topluluğun, bir kalabalığın elektronudur.



Düşünceler vardır; zihin yoktur, zihin sadece bir görünümdür. Ve zihne derinlemesine bakarsan kaybolur. O zaman orada düşünceler vardır, ancak "zihin" kaybolduğunda ve sadece bireysel düşünceler var olduğunda pek çok şey ansızın çözümlenir. Aniden anlayacağın ilk şey düşüncelerin bulutlar gibi olduğudur; gelir ve giderler ve sen de gökyüzüsün. Zihin olmadığında, ansızın artık düşüncelerin içine girmediğin algısı gelir; düşünceler orada, bulutların gökyüzünden gelip geçmesi, rüzgârın ağacın içinden geçip gitmesi gibi senin içinden geçip gidiyorlar. Düşünceler içinden geçip gidiyor, geçebilirler çünkü sen engin bir boşluksun. Bir engel bir mâni yoktur. Onları engelleyecek bir duvar yoktur; sen duvarları olan bir olgu değilsin. Gökyüzün sonsuz bir şekilde açıktır; düşünceler gelir ve gider. Ve bir kez düşüncelerin gelip gittiğini hissetmeye başladığında izleyen, tanık olursun, zihnin efendiliğine eriştin.



Zihin bilinen anlamda kontrol edilemez. Her şeyden önce, olmadığı için onu nasıl kontrol edebilirsin ki? İkinci olarak, zihni kim kontrol edecek? Çünkü zihnin ötesinde hiç kimse yoktur; aslında bunu derken hiç kimse vardır demek istiyorum, bir hiçlik vardır. Kim zihni kontrol edecek? Şayet birisi zihni kontrol ediyorsa, o zaman bu sadece zihnin bir kısmının, bir parçasının zihnin diğer bir parçasını kontrol etmesi olacaktır. Bu egonun ta kendisidir.



Zihin bu şekilde kontrol edilemez. O yok ve onu kontrol edecek kimse de yok. İçsel boşluk görebilir ama kontrol edemez. Bakabilir ama kontrol edemez ama bakmanın kendisi kontroldür, gözlemleme olgusunun, tanık olmanın kendisi zihin kaybolduğu için ustalığa dönüşür.



Bu aynen karanlık bir gecede seni izleyen birisinden korktuğun için hızla koşmak gibidir. Ve bu birisi aslında kendi gölgenden başkası değil ve ne kadar koşarsan gölgen o kadar yakınına gelir. Ne kadar hızlı koşsan da fark etmez; gölge hep oradadır. Ne zaman arkaya baksan gölge ordadır. Ondan kaçmanın yolu bu değildir ve onu kontrol etmenin yolu bu değildir. Gölgeye daha derinlemesine bakman gerekecektir. Sabit dur ve gölgeye daha derinden bak ve gölge kaybolur çünkü gölge yoktur; o sadece ışığın yokluğudur.



Zihin sadece senin mevcudiyetinin yokluğudur. Sessizce oturduğunda, zihne derinlemesine baktığında, zihin kolayca ortadan kalkar. Düşünceler kalacaktır onlar varoluşsaldır ama zihin bulunmayacak.



Ama zihin gittiğinde, bu sefer ikinci bir algılama gerçekleşir: Düşüncelerin sana ait olmadığını görürsün. Elbette sana gelirler ve sende bir süre kalıp dinlenirler ve sonra da giderler. Sen bir dinlenme yeri olabilirsin ama onlar senden kaynaklanmazlar. Hiç senden tek bir düşüncenin bile ortaya çıkmadığını fark ettin mi? Tek bir düşünce dahi senin varlığın aracılığıyla gelmemiştir; onlar her zaman dışarıdan gelirler. Onlar sana ait değildir; köksüz, evsiz, ortalıkta dolanan. Bazen sende dinlenirler hepsi bu, tıpkı bir bulutun bir tepenin zirvesinde dinlenmesi gibi. Sonra kendiliğinden harekete geçecek; senin bir şey yapmana gerek yok. Sadece bakarsan kontrol sağlanır.



Kontrol sözcüğü çok iyi değil çünkü sözcükler çok iyi olamaz. Sözcükler zihne, düşüncelerin dünyasına aittir. Sözcükler çok da fazla derine işlemezler, yüzeyseldir. Kontrol sözcüğü iyi değildir çünkü kontrol edecek ve kontrol edilecek kimse yoktur. Ancak geçici olarak gerçekleşen belli bir şeyi anlamamıza yardımcı olur: Derinlemesine baktığında zihin kontrol edilir; ansızın sen efendi oldun. Düşünceler orada ama artık senin efendilerin değil. Sana hiçbir şey yapamazlar, sadece gelip giderler; tıpkı yağmurda kalmış bir lotus çiçeği gibi dokunulmadan kalırsın. Yağmur damlaları taç yapraklara düşer ama sürekli kayıp giderler, dokunamazlar bile. Lotus dokunulmadan kalır.



Bu nedenle Doğuda Lotus bu kadar önemli hale gelmiştir, çok sembolikleşmiştir. Doğudan çıkmış olan en muhteşem sembol lotustur. O Doğu bilincinin tüm anlamını taşır. Der ki: "Bir lotus gibi ol, hepsi bu. Dokunulmadan kal ve kontroldesin. Dokunulmadan kal ve sen efendisin."



Öyleyse, bir açıdan zihin dalgalar gibidir; bir rahatsızlıktır. Okyanus sessiz ve sakinken, rahatsızlığı yokken dalgalar yoktur. Okyanus bir gelgit veya rüzgârla rahatsız edildiğinde, devasa dalgalar yükseldiğinde ve yüzey tam bir kaosa sürüklendiğinde, bir açıdan zihin var olur. Bunlar yalnızca sözlerle anlatılamayacak olan belli içsel nitelikleri anlamana yardımcı olacak benzetmelerdir. Bu benzetmeler şiirseldir. Şayet bunları sempati duyarak anlamaya çalışırsan belli bir anlayışa ulaşacaksın ama şayet bunları mantıken anlamaya çalışırsan konunun özünü kaçırırsın. Onlar benzetmedir.



Tıpkı dalgaların okyanus için bir rahatsızlık olması gibi düşünceler de bilinç için bir rahatsızlıktır. Yabancı bir şey; rüzgâr araya girdi. Okyanusa ya da bilince dışarıdan bir şey oldu; rüzgâr ya da düşünceler ve kaos çıktı. Ancak kaos her zaman yüzeydedir. İçe doğru gidersen kontrol elde edilmiştir. Derinliklerde dalgalar yok; olamaz da çünkü derinlere rüzgâr giremez. O yüzden her şey yüzeydedir. İçe doğru gittiğinde kontrol elde edilmiştir. Yüzeyden içeri doğru yönelirsen ansızın merkeze gidersin; yüzey hâlâ rahatsız edilmiş olabilir ama sen rahatsın.



Tüm meditasyon bilimi merkezde olmak dışında bir şey değildir; merkeze doğru yönelmek, orada köklenmek, orada ikamet etmek. Ve oradan tüm perspektif değişir. Artık dalgalar hâlâ orada olabilir ama sana ulaşamaz. Ve artık onların sana ait olmadığını görebilirsin, onlar sadece yüzeyde yabancı bir şeyle yaşanan bir sürtüşmedir.



Ve merkezden baktığında zamanla sürtüşme biter. Zamanla gevşersin. Zamanla elbette güçlü rüzgâr olduğunu ve dalgaların yükseleceğini kabul edersin ama endişelenmezsin ve endişeli olmadığında dalgalardan bile keyif alınır.



Onlarda yanlış olan bir şey yoktur.



Problem sen de yüzeydeyken ortaya çıkar. Yüzeyde küçücük bir kayıktasın ve güçlü bir rüzgâr çıkıyor ve dalgalar yükseliyor ve tüm okyanus çıldırıyor; elbette endişeleniyorsun ve ölmekten korkuyorsun!



Tehlikedesin, her an dalgalar küçücük kayığını tersyüz edebilir, her an ölüm gerçekleşebilir. Küçücük kayığınla ne yapabilirsin? Nasıl herhangi bir şeyi kontrol edebilirsin? Dalgalarla savaşmaya çalışırsan yenileceksin. Savaşmanın yararı olmayacak; dalgaları kabul etmek zorunda kalacaksın. Aslında, dalgaları kabul edip ne kadar küçük olursa olsun kayığının dalgalarla savaşmadan onlarla hareket etmesine izin verecek olursan, o zaman tehlike yoktur. Dalgalar orada, sen sadece izin ver. Sadece kendine onlarla birlikte hareket etme izni ver, onlara karşı değil. Onların bir parçası ol. O zaman çok büyük mutluluklar yükselir.



Tüm sörf yapma sanatı budur; onlara karşı olmak değil, dalgalarla birlikte hareket etmek. Onlardan bir farkın olmayıncaya kadar onlarla olmak. Sörf yapmak muhteşem bir meditasyon olabilir. Sana ruhsal olan hakkında ipuçları verebilir çünkü o bir mücadele değildir, o bir rahat bırakmadır. Bunu bir kez bildin mi dalgalar dahi keyif verir... ve bu tüm olaya merkezden baktığında bilinebilir.



Bu tıpkı ormanda gezinirken bulutlar toplanmış ve sürekli şimşekler çakmakta ve sen yolunu kaybetmişsin, eve dönmek için acele ediyormuşsun gibidir. Yüzeyde olan budur; kayıp bir gezgin, pek çok bulut, şimşekler; birazdan çok yoğun bir yağmur yağacak. Sen evini arıyorsun, evinin güvenliğini ve ansızın oraya varıyorsun. Şimdi içerde otur, şimdi yağmuru bekle; şimdi tadını çıkart. Artık şimşeğin kendine has bir güzelliği var. Dışarıdayken, ormanda kayıpken böyle değildi ama şimdi evin içinde otururken tüm olay muhteşem bir güzelliğe sahip. Şimdi yağmur yağar ve sen keyfini çıkartırsın. Şimdi şimşek çakar ve sen tadını çıkartırsın ve bulutlarda korkunç gök gürlemeleri olur ve sen keyfini çıkartırsın çünkü artık içerde güvendesin.



Merkeze bir kez ulaştığında yüzeyde ne olursa olsun zevk alırsın. Esas olan yüzeyde kalıp mücadele etmektense, merkezin içine kayıvermektir. O zaman efendilik vardır ve bu dayatılmış bir kontrol değil, merkezde olduğunda kendiliğinden ortaya çıkan bir efendiliktir.



Bilincin merkezinde olmak zihnin efendisi olmaktır.



Öyleyse "zihni kontrol etmeye" çalışma. Lisan seni yanlış yerlere götürebilir. Kimse kontrol edemez ve kontrol etmeye çalışanlar delirecektir; kolaylıkla sinir hastası olacaklardır çünkü zihni kontrol etmeye çalışmak zihnin blr kısmının başka bir kısmını kontrol etmeye çalışmasından başka bir şey değildir.



Sen kimsin, kim kontrol etmeye çalışıyor? Sen de bir dalgasın; elbette zihni kontrol etmeye çalışan dini bütün bir dalgasın. Ve dindar olmayan dalgalar var; seks var ve kızgınlık var ve kıskançlık var ve mülkiyetçilik var ve nefret var ve milyonlarca dinsiz dalgalar. Ve sonra da dindar dalgalar var; meditasyon, sevgi, şefkat. Ama bunların tümü yüzeyde, yüzeye ait ve yüzeyin üzerinde. Dini bütün ya da dinsiz fark etmez.



Gerçek din merkezdedir ve merkezden gerçekleşen perspektiftedir. Merkezde oturuyor ve kendi yüzeyine bakıyorsun; her şey değişir çünkü perspektifin yenidir. Ansızın sen efendisin. Aslında sen o kadar kontroldesin ki yüzeyi tamamen kontrolsüz bırakabilirsin. Bu derindedir; sen o kadar kontroldesin, o kadar kökleşmişsin, yüzeye ilişkin o kadar endişesizsin ki, aslında dalgalardan, gelgitlerden ve fırtınadan keyif alabilirsin. O güzeldir, enerji verir, güç verir; onun için endişelenecek bir şey yoktur. Sadece zayıf olanlar düşüncelerle ilgili endişe duyar. Sadece zayıf olanlar zihin için endişelenir. Güçlü insanlar tümünü içine çeker ve onun için de daha zengindir. Güçlü insanlar hiçbir zaman herhangi bir şeyi reddetmez.



Reddetmek zayıflıktandır; korkuyorsun. Güçlü insanlar hayatın verdiği her şeyi içine çekmek ister. Dini, dinsiz, ahlaki, ahlaksız, ilahi, şeytani; hiç fark etmez, güçlü kişi her şeyi içine çekmek ister. Ve bu yüzden daha zengindir. O sıradan dindarların sahip olamayacağı tamamen farklı türden bir derinliğe sahiptir; onlarsa zavallı ve yüzeyseldir.



Tapınağa, kiliseye camiye gitmekte olan sıradan dindar insanları izle. Hiç derinliği olmayan çok çok sığ insanlar bulacaksın her zaman. Çünkü onlar kendi parçalarını reddetmişlerdir, sakatlanmışlardır. Belli bir anlamda kötürüm olmuşlardır.



Zihinde, düşüncelerde yanlış olan hiçbir şey yok. Yanlış olan bir şey varsa yüzeyde kalıyor çünkü o zaman sen bütünü bilmiyorsun, parçalı ve kısmi algılama yüzünden gereksiz yere acı çekiyorsun. Tüm algılamaya ihtiyaç var ve bu sadece merkezden mümkün çünkü merkezden her tarafa, her yöne, her boyuta, varlığının tüm çeperine bakabilirsin. Ve o engindir. Gerçekte, varoluşun çeperiyle aynıdır. Bir kez merkezde oldun mu zamanla daha geniş ve daha geniş, daha büyük ve daha büyük hale gelirsin ve sonunda bütün olursun, daha azı değil.



Başka bir açıdan zihin bir gezginin elbisesinde biriken tozlar gibidir. Ve sen milyonlarca yaşamın boyunca hiç banyo yapmadan seyahat edip ve seyahat edip ve seyahat edip duruyorsun. Çok toz birikti, doğaldır ki bunda yanlış bir şey yok; bu böyle olmak zorunda. Toz katmanları. Ve sen de bu katmanları kişiliğin zannediyorsun. Onlarla çok fazla özdeşleştin, bu katmanlarla o kadar uzun süre yaşadın ki senin tenin gibi gözüküyor. Özdeşleştin.



Zihin geçmiştir, anıdır, tozdur. Herkes onu toplamak zorundadır; eğer seyahat edersen tozlanırsın. Ama onunla özdeşleşmeye, onunla bir olmaya gerek yok çünkü onunla bir olursan başın derde girer; çünkü sen toz değilsin, sen bilinçsin. “Toz üstüne toz" der Ömer Hayyam. Bir insan öldüğünde ne olur? Toz tozun üzerine geri döner. Sadece tozsan, o zaman her şey toza dönüşür; geride hiçbir şey kalmaz. Ama sen sadece toz, katmanlarca toz musun yoksa içinde bir yerde pek de toz olmayan bir şey, bu dünyaya ait olmayan bir şey mi var? Bu senin bilincindir, farkındalığındır. Farkındalık senin varlığındır ve farkındalığının etrafında topladığı toz da senin zihnindir.



Bu tozla başa çıkmanın iki yolu vardır. Sıradan "dini" yol; elbiseleri temizlemek, bedenini iyice ovmaktır. Ama bu yöntemlerin pek bir yararı olamaz. Elbiselerini ne kadar temizlersen temizle, o kadar kirlenmişlerdir ki iflah olmaz duruma gelmişlerdir. Onları temizleyemezsin; aksine ne yaparsan onu daha da kirletecektir. Bir seferinde:



Nasreddin Hoca bana geldi. O bir ayyaştır. Elleri titrer; yerken, çay içerken her şey elbisesine dökülür, o yüzden de tüm giysileri çay lekeleri, yemek lekeleri, şu-bu lekeleriyle doludur. Nasreddin'e dedim ki: "Neden bir aktara gidip bir şey bulmuyorsun? Bazı leke çözücü ilaçlar var ve bu lekeler çıkarılabilir."



Gitti. Yedi gün sonra geri geldi; elbiseleri daha berbat haldeydi, eskisinden de kötüydü. "Ne oldu? Aktara gitmedin mi?" diye sordum. "Gittim. Ve bu kimyasal leke çözücüler harika iş görüyor. Tüm çay ve yemek lekeleri gitti. Şimdi başka bir leke ilacına ihtiyacım var çünkü bu ilaç kendi lekelerini bıraktı" dedi.



Dindar insanlar sana kirleri nasıl yıkayıp temizleyebileceğine ilişkin yönergeler, kimyasal leke çıkarıcılar ve sabunlar sağlıyorlar ama bu leke çözücüler kendi leke izlerini bırakıyor. Bu nedenle ahlaksız bir kişi ahlaklı hale gelebilir ama — artık ahlaklı bir şekilde— kirli kalır. Bazen durum eskisinden de beter hale gelir.



Ahlaksız bir adam pek çok açıdan masumdur, daha az egoisttir. Ahlaklı bir adam zihninin içinde bütün ahlaksızlığa sahiptir ve yeni şeyler —ahlakçı, bağnaz ve egoist tavırlar— edinmiştir. Kendini üstün hisseder; kendisini seçilmiş kişi hisseder. Ve diğer herkes cehenneme kadar lanetlenmiştir; yalnızca kendisi cennete gidecektir. Ve tüm ahlaksızlıklar içerde kalır çünkü zihni yüzeyden kontrol edemezsin; bunun hiçbir yolu yoktur. En basitinden o, bu şekilde olmaz. Yalnızca bir kontrol mevcuttur ve bu da merkezden algılamaktır.



Zihin milyonlarca seyahatte birikmiş toz gibidir. Gerçek dini bakış açısı, sıradan olanın karşısındaki radikal dini bakış açısı elbiseleri atıvermektir. Onları yıkamakla uğraşma, onlar yıkanamazlar. Sadece bir yılanın sıyrılıp eski derisinin dışına çıkması gibi hareket et.



Yine başka bir bakış açısından, bir anlamda zihin geçmiştir, hafızadır, biriktirilmiş tüm deneyimlerdir. Tüm yapmış oldukların, tüm düşünmüş oldukların, tüm arzulamış oldukların; her şey, tüm geçmişin, hafızan, hafıza zihindir. Ve hafızadan kurtulamadıkça, zihnin efendisi olamayacaksın.



Hafızadan nasıl kurtulmalı? O her zaman seni izler bir şekilde mevcut. Aslında hafıza sensin, öyleyse nasıl ondan kurtulmalı? Anılarının dışında sen kimsin? Ben sana, "Sen kimsin?" diye sorduğumda bana adını söylersin; bu senin hafızandır. Geçmişte bir zaman anne-baban sana bu ismi verdi. Ben sana, "Sen kimsin?" diye soruyorum ve sen bana ailen, annen, baban hakkında şeyler söylüyorsun; bu bir hafızadır. Ben sana, " Sen kimsin?" diye soruyorum ve sen bana eğitiminden, edebiyat yüksek lisans derecelerinden ya da doktora derecelerinden veya bir mühendis, mimar olduğundan bahsediyorsun. Bu hafızadır.



Ben sana, "Sen kimsin?" diye sorduğumda, eğer gerçekten içine bakarsan yanıtın "Bilmiyorum" olabilir. Söyleyebileceğin her şey hafıza olacaktır sen değil. Tek gerçek, hakiki yanıt "Bilmiyorum" olabilir çünkü kişinin kendini bilmesi en son şeydir. Ben kim olduğumu yanıtlayabilirim ama yanıtlamayacağım. Sen kim olduğunu yanıtlayamazsın ama cevaplarınla hazırsın. Bilgeler bu konuda sessiz kalıyorlar. Tüm hafıza atıldığında, tüm lisan atıldığında kim olduğum söylenemez. Senin içine bakabilirim, sana bir jest yapabilirim; tüm varlığımla seninle birlikte olurum: Budur benim cevabım. Ama yanıt sözcüklerle verilemez çünkü sözlerle ne verilirse verilsin hafızanın, zihnin bir parçası olur, bilincin değil.



Anılardan nasıl kurtulunur? Onları izle, tanık ol. Ve her zaman anımsa; "Bu benim başıma geldi ama bu ben değilim." Elbette belli bir ailede doğdun ama bu sen değilsin; bu senin başına geldi, senin dışındaki bir olay. Elbette birisi sana bir isim verdi; bunun kendi içinde yararları var ama isim sen değilsin. Elbette bir biçimin var, ancak bu biçim sen değilsin; bu biçim sadece senin içinde olman gereken ev. Biçim sadece içinde olman gereken beden. Ve beden sana ebeveynlerin tarafından verildi; o bir hediye ama o sen değilsin.



İzle ve ayırt et. Doğuda vivek, ayırt etmek olarak adlandırılan şey budur; devamlı olarak ayırt edersin. Ayırt etmeye devam et; olmadığın her şeyi elediğin bir an gelir. Bu durumdayken, ilk kez, birden kendinle yüzleşirsin, kendi varlığınla karşılaşırsın. Olmadığın tüm kimliklerini kesip atmaya devam et; aile, beden, zihin. Bu boşlukta, sen olmadığın her şey fırlatılıp atıldığında ansızın senin varlığın yüzeye çıkar. İlk kez kendinle karşılaşırsın ve bu karşılaşma efendilik haline gelir.



DÜŞÜNCE DURDURULAMAZ, BU DURMAZ DEMEK DEĞİLDİR AMA O DURDURULAMAZ. O kendiliğinden durur. Bu ayrım anlaşılmalıdır; yoksa zihnini yakalamaya çalışırken delirebilirsin.



Zihinsizlik düşünceyi durdurarak ortaya çıkmaz. Düşünce artık yokken zihinsizlik vardır. Durdurmaya çalışma çabasının kendisi daha çok endişe yaratacaktır, çatışma yaratacaktır, seni bölünmüş yapacaktır. İçinde sürekli bir kargaşa hüküm sürecektir. Bunun yararı olmayacak.



Ve onu birkaç saniyeliğine durdurmada başarılı olsan bile, bu bir kazanım sayılamaz çünkü birkaç saniye neredeyse ölü gibi olacaktır, canlı olmayacaktır. Bir çeşit hareketsizlik hissedebilirsin... ama dinginlik değil. Çünkü zorlanılmış bir hareketsizlik dinginlik değildir. Onun altında, bilinçaltının derinliklerinde baskılanmış zihin çalışmaya devam etmektedir.



Bu nedenle düşünceyi durdurmanın bir yolu yoktur. Ama zihin durur; bu kesindir. O kendiliğinden durur.



O zaman ne yapmalı? Bu soru konuyla alakalıdır. İzle. Durdurmaya çalışma. Zihne karşı herhangi bir eylemde bulunmaya gerek yok. Her şeyden önce kim yapacak bunu? Zihin kendisiyle mücadele ediyor olacak; zihnini ikiye böleceksin: Birisi patron olmaya, borusunu öttürmeye çalışıyor, kendi diğer kısmını öldürmeye çalışıyor, bu saçmadır. Bu çok aptalca bir oyun, seni delirtebilir. Düşünceyi ya da zihni durdurmaya çalışma; sadece izle, izin ver. Ona tam özgürlük ver. Bırak istediği kadar hızlı koşsun; hiçbir şekilde onu kontrol etmeye çalışma. Sadece tanıklık et.



O güzeldir! Zihin en güzel mekanizmalardan birisidir. Bilim henüz zihin paralelinde herhangi bir şey yaratamamıştır. Zihin hâlâ bir başyapıt olarak duruyor; o kadar karmaşık, korkunç derecede güçlü, pek çok potansiyele sahip. İzle onu! Tadını çıkart!



Ve bir düşman gibi izleme çünkü zihne bir düşman gibi yaklaşacak olursan izleyemezsin. Şimdiden önyargılısın, şimdiden onun karşısındasın. Şimdiden zihinde bir şeyin yanlış olduğuna karar verdin; daha şimdiden sonuca vardın. Ve ne zaman birisine düşmanca baksan, hiçbir zaman derinlemesine bakmazsın, gözlerine asla bakmazsın; kaçınırsın.



Zihni izlemek demek ona derin bir sevgiyle, derin bir saygıyla bakmaktır; o Tanrının sana bir armağanıdır. Zihnin kendi içinde yanlış bir şey yoktur. Düşünmenin kendi içinde yanlış bir şey yoktur. Tüm diğer süreçler gibi güzel bir süreçtir. Gökyüzünde dolanan bulutlar güzeldir; neden düşünceler içsel gökyüzünde dolanmasın? Ağaçları bezeyen çiçekler güzeldir; neden varlığında düşünceler çiçek açmasın? Okyanusa dökülen ırmaklar güzeldir; neden bu düşünce akımları bilinmedik bir yere doğru gitmesin? Güzel değil mi? Derin bir saygıyla bak. Bir savaşçı değil, bir âşık ol.



Zihnin çok ince ayrıntılarını, ani dönüşlerini, güzel dönüşlerini izle. Ani zıplamalarını ve sıçrayışlarını, sürekli oynamaya devam ettiği oyunları; dokuduğu rüyaları, hayalleri, hafızayı, yarattığı bin bir tane tasarımı; izle! Orada öylece karışmadan, mesafeli, içine girmeden dururken, yavaş yavaş hissetmeye başlayacaksın... Gözlemciliğin derinleştikçe, farkındalığın da derinleşecek, boşluklar, aralıklar ortaya çıkacak. Bir düşünce gider ve diğeri henüz gelmedi ve bir boşluk var. Bir bulut geçti, diğeri geliyor ve bir boşluk var.



Bu boşluklarda zihinsizliğin ipuçlarını ilk kez yakalayacaksın. Zihinsizliğin tadını alacaksın; onu Zen'in ya da Tao'nun ya da Yoga'nın tadı olarak adlandırabilirsin. Bu küçük aralıklarda ansızın gökyüzü açılıyor ve güneş parlıyor. Ansızın dünya gizemlerle dolar Çünkü tüm sınırlar kalkmıştır; gözlerindeki perde artık yoktur. Net bir şekilde, nüfuz eder şekilde görürsün. Tüm varoluş şeffaflaşır.



Başlangıçta bu anlar az sayıdadır ve uzun aralıklıdır, enderdir. Ama onlar sana samadhi'nin ne olduğuna ilişkin kavrayışlar sunar. Küçük sessizlik havuzları; onlar gelecek ve kaybolacaklar ama sen bileceksin ki doğru yoldasın. Yeniden izlemeye başlayacaksın. Bir düşünce geçtiğinde onu izlersin; bir aralık geçtiğinde onu izlersin. Bulutlar da güzeldir, gün ışığı da güzeldir. Artık bir seçici değilsin. Artık sabit bir zihnin yok. "Sadece aralıkları isterim" demezsin. Bu aptalcadır çünkü bir kez sadece aralıkları beklemeye kendini adadığında, tekrardan düşünmenin karşısında olmaya karar vermişsin demektir. Ve o zaman bu aralıklar kaybolacaktır. Onlar sadece sen mesafeliyken, ayrıyken gerçekleşir. Onlar olur, getirilemez. Onlar olur, onları olması için zorlayamazsın. Onlar kendiliğinden olan olaylardır.



İzlemeye devam et. Bırak düşünceler gelip gitsin; nereye gitmek isterlerse. Yanlış bir şey yok! Hükmetmeye ve yönlendirmeye çalışma. Bırak düşünceler tam bir özgürlük içerisinde hareket etsin. Ve sonradan daha büyük aralıklar geliyor olacak. Küçük satorilerle kutsanacaksın. Bazen dakikalar geçecek ve düşünceler olmayacak; hiç trafik olmayacak, kesintisiz, tam bir sessizlik. Daha büyük boşluklar geldiğinde yeni bir netlik yükselecek. Sadece dünyayı görecek bir netliğe sahip olmayacak, içsel dünyayı da görebileceksin. İlk boşluklarla dünyayı görebileceksin; ağaçlar şimdi göründüğünden daha yeşil olacak, hiç bitmeyen bir müzikle, göklerin müziğiyle çevreleneceksin. Ansızın Tanrısallığın açıklanamaz, gizemli mevcudiyetinde bulacaksın kendini. Sen onu yakalayamasan da sana dokunuyor. Senin ulaşabileceğin mesafede ama yine de ötesinde. Tanrı sadece dışarıda olmayacak, birden şaşıracaksın; o aynı zamanda içeride. O sadece görünürde değil, görendedir; içerde ve dışarıdadır. Zamanla...



Ama buna da bağlanma. Bağlanmak zihnin devam etme besinidir. Bağlanmadan tanık olmak onu durduracak, hiç çaba sarf etmeden durduracak olan yöntemdir. Ve bu derin mutluluk anlarından keyif almaya başladıkça onları daha uzun süreler elinde tutabilme kapasiten yükselecek. Nihayet, sonunda bir gün artık efendi oldun. O zaman düşünmek istediğinde düşünürsün; düşünceye ihtiyaç varsa onu kullanırsın. Düşünceye ihtiyaç yoksa dinlenmesine izin verirsin. Zihin artık orada olmadığından değil, oradadır ama sen onu kullanabilirsin ya da kullanmazsın. Artık o senin kararındır, tıpkı bacaklar gibi: Koşmak istersen onları kullanırsın; koşmak istemiyorsan dinlenirsin. Bacakların oradadır. Aynı şekilde bacaklar da oradadır.



Seninle konuşurken zihni kullanıyorum; konuşmanın başka bir yolu yok. Sorularını yanıtlarken zihni kullanıyorum; başka bir yolu yok. Karşılık vermek ve ilişki kurmak zorundayım ve zihin güzel bir mekanizmadır. Seninle konuşmuyorken ve tek başımayken zihin yok çünkü o sayesinde ilişki kurulan bir araçtır. Tek başıma otururken ona ihtiyaç yoktur.



Ona bir dinlenme fırsatı vermiyorsun; o yüzden zihin vasatlaşır. Sürekli kullanılır, durmadan ve dinlenmeden, yorulur. Gündüz çalışır, gece çalışır; gündüz düşünürsün, gece rüya görürsün. Gece-gündüz çalışmaya devam eder. Yetmiş ya da seksen yıl yaşayacak olursan, o sürekli çalışıyor olacak.



Zihnin nezaketine ve dayanıklılığına bak; ne kadar zarif! Küçücük bir kafada dünyanın tüm kütüphaneleri saklanabilir; bugüne kadar yazılmış her şey tek bir zihinde tutulabilir. Zihnin kapasitesi inanılmazdır. Ve bu kadar küçücük bir alanda! Ve hiç ses çıkartmadan. Eğer bir gün bilim adamları zihin ayarında bir bilgisayar yaratabilecek olurlarsa... bilgisayarlar vardır ama onlar henüz zihin değiller. Onlar hala mekanizmalar, organik bir bütünlükleri yok; henüz bir merkezleri yok. Eğer bir gün bu mümkün olursa —ve bilim adamlarının bir gün zihinleri yaratabilmesi mümkündür— o zaman bu bilgisayarın ne kadar yer işgal edeceğini ve ne kadar gürültü çıkaracağını göreceksin!



Zihin neredeyse hiç ses çıkartmıyor; sessizce çalışmaya devam ediyor. Ve nasıl bir hizmetkâr; yetmiş-seksen yıl boyunca! Ve hatta o zaman, ölürken bile bedenin yaşlı olabilir ama zihnin genç kalır. Kapasitesi yine de aynı kalır. Eğer onu doğru şekilde kullanırsan bazen de yaşlandıkça çoğalır çünkü daha çok bildikçe, daha çok anlarsın. Daha çok yaşayıp deneyim kazandıkça zihninin kapasitesi daha çok gelişir. Öldüğünde bedenindeki her şey ölmeye hazırdır; zihnin dışında.



Bu nedenle Doğuda zihin bedeni terk eder ve başka bir rahme girer deriz çünkü henüz ölmeye hazır değildir. Yeniden doğum zihne aittir. Ve bir kez zihinsizlik haline erdiğinde başka bir yeniden doğum olmayacak. O zaman sadece öleceksin. Ve ölümünle her şey çözülecek —zihnin, bedenin— sadece tanık olan ruhun kalacak. Bu zamanın ve uzayın ötesidir. O zaman varoluşla bir olursun, o zaman artık onunla ayrı değilsin. Ayrılık zihinden kaynaklanır.



Ama onu zorla durdurmanın bir yolu yoktur, saldırgan olma. Sevgiyle, derin bir saygıyla hareket et ve o kendiliğinden olmaya başlayacak. Sen sadece izle ve acele etme.



Modern zihin çok acelecidir. O zihni durduracak hızlı yöntemler ister. O nedenle uyuşturucular caziptir. Zihni uyuşturucular ve kimyasal maddeler kullanarak durmaya zorlayabilirsin ama o zaman da mekanizmaya karşı saldırgan oluyorsun. Bu iyi değildir, bu yıkıcıdır. Bu yolla bir efendi haline gelemezsin. Uyuşturucular yardımıyla zihni durdurabilirsin ama o zaman uyuşturucular efendi olacak; sen efendi olmayacaksın. Sadece patronunu değiştirdin ve daha kötüsüyle değiştirdin. Artık uyuşturucular senin üzerinde güç sahibi olacak, onlar sana sahip olacak; onlar olmadan kayıp olacaksın.



Meditasyon zihne karşı bir çaba sarf etmek değildir, o zihni anlamanın bir yoludur. Zihne sevecenlikle tanıklık etmektir ama kişi elbette sabırlı olmak zorundadır. Kafanda taşımakta olduğun bu zihnin ortaya çıkması yüzyıllar, bin yıllar sürdü. Küçücük zihnin tüm insanlığın deneyimini taşıyor. Ve sadece insanlığın da değil —hayvanların, kuşların, bitkilerin, taşların —tüm bu deneyimlerden geçtin. Bu ana kadar olan her şey sende de oldu.



Küçücük bir fındık kabuğunda tüm varoluşun deneyimini taşıyorsun. Senin zihnin budur. Aslında ona senin demek doğru değil. O kolektiftir; o hepimize aittir. Modern psikoloji buna yaklaşmaktadır, bilhassa Jungcu psikoloji ona yaklaşmaktadır ve kolektif bilinçaltı gibi bir şeyi hissetmeye başlamışlardır. Zihnin sana ait değil; o hepimize ait. Bedenlerimiz çok ayrı; zihinlerimiz ayrı değil. Bedenlerimiz net bir biçimde ayrı, zihinlerimiz örtüşür ve ruhlarımızsa tektir.



Bedenler ayrıdır, zihinler örtüşür ve ruhlarsa tektir. Benim farklı bir ruhum yok ve senin farklı bir ruhun yok. Varoluşun tam merkezinde buluşuruz ve tekiz. Tanrı budur: Her şeyin buluşma noktası. Tanrı ve dünya —"dünya" beden demektir— arasında zihin vardır.



Zihin bir köprüdür, bedenle ruh arasında, dünyayla Tanrı arasında bir köprü. Onu yok etmeye çalışma!



Pek çokları onu Yoga ile yok etmeye çalıştı. Bu Yoganın yanlış kullanılmasıdır. Pek çokları onu beden hareketleriyle, nefesle yok etmeye çalıştı; bu da bedende zor fark edilen kimyasal değişiklikler yapar. Mesela, eğer kafa üstü, shirhasan'da durursan zihni kolayca yok edersin: Çünkü kan kafanın içine hücum eder, sel gibi kafanın içine akar... kafanın üzerinde durduğunda yaptığın şey budur. Beyin mekanizması naziktir. Sen onu sel gibi kanla dolduruyorsun, nazik dokular ölecektir. Bu nedenle hiçbir zeki yogiye rastlayamazsın. Hayır; yogiler az ya da çok aptaldır. Bedenleri sağlıklıdır, güçlüdür bu doğru ama zihinleri ölmüştür. Zekâ parıltıları göremeyeceksin. Çok gürbüz, hayvansı bir beden göreceksin ama bir şekilde insan kaybolmuştur.



Kafanın üzerinde durarak kanını yerçekimiyle kafanın içine doğru zorluyorsun. Kafanın kana ihtiyacı var ama az miktarda ve yavaşça, sel gibi değil. Yerçekimine karşı azıcık kan kafaya ulaşır ve bu da dingin bir şekilde olur. Çok fazla kan kafaya giderse tahrip edicidir.



Yoga zihni öldürmek için kullanılmıştır. Zihni öldürmek için nefes kullanılabilir; hassas zihin için sert olabilecek nefes ritimleri vardır, ince nefes titreşimleri vardır. Zihin onlarla tahrip edilebilir. Bunlar eski numaralar. Artık yeni numaralar bilim tarafından sağlanıyor: LSD, esrar ve diğerleri; giderek çok daha karmaşık uyuşturucular er ya da geç sunulacak.



Ben zihnin durdurulması taraftarı değilim. Ben onun izlenmesi taraftarıyım. O kendiliğinden durur ve o zaman güzeldir. Bir şey hiç şiddet olmadan gerçekleşirse kendine has bir güzelliği vardır; doğal bir gelişimi vardır. Bir çiçeği güç kullanıp açabilirsin; bir goncanın taç yapraklarını çekip zorla açabilirsin ama çiçeğin güzelliğini yok etmiş oldun. Artık neredeyse ölüdür. Senin vahşetine dayanamaz. Taç yaprakları gevşemiş, güçsüzleşmiş, ölüyor. Gonca kendi enerjisiyle açtığında, kendiliğinden açtığındaysa bu taç yapraklar canlıdır.



Zihin senin kendi çiçeklenmendir; onu hiçbir şekilde zorlama. Ben her türden zorlamaya ve şiddete karşıyım ve bilhassa da kendine yönelik olana.



Sadece izle —derin duada, sevgide, saygıda— ve ne olduğunu göreceksin. Mucizeler kendiliğinden gerçekleşecek. İtip-kakmaya gerek yok.



Düşünceyi nasıl durdurmalı? Ben sadece uyanık ol ve izle diyorum. Ve bu durdurma fikrini de bir kenara at yoksa zihnin doğal dönüşümünü durdurur. Bu durdurma fikrini bırak! Sen kim oluyorsun da durduracaksın?



En fazla keyfini çıkartabilirsin. Ve yanlış hiçbir şey yok; ahlaksız düşünceler bile, sözde ahlaksız düşünceler bile zihninden geçse, bırak geçsinler. Yanlış bir şey yok. Sen ayrı dur, bir zarar verilmiyor. O yalnızca bir kurgu, içsel bir film izliyorsun. Onu kendi halinde bırak ve o seni zihinsizliğe doğru zamanla götürecek. İzlemek nihai olarak zihinsizlikte son bulur.



Zihinsizlik zihnin karşısında değildir; zihinsizlik zihnin ötesindedir. Zihinsizlik zihni öldürerek, yok ederek gelmez; zihni bütünüyle anlayıp artık düşüncelere ihtiyaç duymadığında zihinsizlik gelir. Kavrayışın onun yerine geçmiştir.