KARARLI OL

Zihin hiçbir zaman kararlı değildir. Bu şu kişinin zihni, bu kişinin zihni meselesi değildir; zihin kararsızlıktır. Zihnin işlevi iki zıt kutup arasında tereddüt etmek ve hangisinin doğru yol olduğunu bulmaya çalışmaktır. Bu gözlerini kapatıp kapıyı bulmaya çalışmak gibidir. Kesinlikle kendini iki arada —bu yoldan mı gitsem, yoksa şundan mı?— diye asılı kalmış hissedeceksin; her zaman şu/ya da bu konumunda bulacaksın. Zihnin doğası budur.


Soren Kierkegaard Danimarkalı büyük bir felsefecidir. "Ya/Ya da" isminde bir kitap yazdı. Bu onun kendi yaşam deneyimiydi; hiçbir şey hakkında hiçbir zaman karar verememişti! Her zaman için eğer bir şey için bu şekilde karar veriyorken, bu sefer de şu tarz daha doğru gözüküyordu. Şu şekilde karar verirken de bu sefer bu şekil doğru gözüküyordu. Bir kadının ona fena halde âşık olmasına ve onunla evlenmek istemesine rağmen evlenmeden kaldı. Ama dedi ki: "Bunu düşünmek zorunda kalacağım; evlenmek büyük bir şey ve hemen evet ya da hayır diyemem." Ve o bu soruyla birlikte, evlenmeden öldü.


Yalnızca kırk iki yıl yaşadı ve sürekli tartışıyordu, münakaşa ediyordu ama son kararı olabilecek, zıddının eşiti olmadığı bir cevap bulamadı. Hiçbir zaman bir profesör olamadı. Başvuru formunu doldurdu, olabilecek en iyi niteliklere sahipti; saygınlığını oluşturan, yüzyıl sonra hâlâ çağdaş kalabilmiş, eskimemiş, eski moda kalmamış, çok önemli pek çok kitap yazmıştı. Başvuruyu doldurdu ama imzalayamadı; çünkü "ya/ya da"... üniversiteye katılmalı mı katılmamalı mı? Başvuru formu öldüğünde, yaşamakta olduğu küçük odada bulundu.


Bir yol ayrımında saatlerce, şu yoldan mı gitmeli, bu yoldan mı gitmeli diye karar vermek için dururdu...! Tüm Kopenhag bu adamın garipliğinin farkına vardı ve çocuklar ona "Ya/Ya da" diye isim taktı. Sokak veletleri o nereye gidecek olsa takip edip "Ya/Ya da" diye bağırıyorlardı. Durumu gören babası ölmeden önce tüm işlerini paraya çevirdi ve tüm parayı toplayıp bir banka hesabına yatırdı. Sonra da Kierkegaard'ın her ayın ilk gününde belli bir miktar parayı eline geçirebileceği şekilde ayarladı. Bu sayede yaşamı boyunca en azında sağ kalabilirdi... ve inanamayacaksın: Paranın son taksitini —para bitmişti— bankadan çektiği gün eve dönerken sokakta yere düştü ve öldü. Son taksitle birlikte! Yapılması gereken doğru şey buydu. Başka ne yapılabilirdi? Çünkü o aydan sonra ne yapabilirdi ki?


Kitaplar yazıyordu ama basmak ya da basmamak konusunda kararsızdı; pek çok kitabını basılmamış olarak bıraktı. Çok büyük değerleri olan kitaplardı. Hepsi şeylerin içine çok derinlemesine nüfuz eden kitaplar. Yazmış olduğu her konuda en derin köklere kadar gitmişti, her anın detayına girmişti... bir dahi ama zihinsel bir dahi.


Zihinle olan problem budur ve ne kadar iyi bir zihne sahipsen o kadar çok problemin olur. Daha az zihinler bu problemle çok yüzleşmezler. İki zıtlık arasında takılıp seçim yapamayanlar zihinsel dahilerdir. Ve sonra da kendini bir belirsizlik durumu içinde hisseder.


Sana söylemeye çalıştığım şey bir belirsizliğin içinde olmanın zihnin doğası gereği olduğudur. İki zıtlığın tam ortasında kalmak zihnin doğasıdır. Zihinden uzaklaşıp zihnin tüm oyunlarına tanık olmadığın sürece, hiçbir zaman kararlı olamayacaksın. Bazen —zihne rağmen— karar versen bile pişman olacaksın çünkü kararını onun için vermediğin diğer kısım seni taciz edecek: Belki de o taraf doğruydu ve seçmiş olduğun yanlıştı. Ve artık bunu bilmenin bir yolu yok. Belki de bir kenara ittiğin seçenek daha iyiydi. Ama onu seçmiş de olsaydın yine bir şey değişmemiş olacaktı. Bu sefer dışarıda bırakmış olacağın bu seçim seni taciz edecekti.


Zihin en basit haliyle çılgınlığın başlangıcıdır. Ve eğer onun çok fazla içindeysen seni delirtecektir.


Köyümde bir kuyumcunun karşısında yaşardım. Onun yerinin tam karşısında otururdum ve tuhaf bir alışkanlığı olduğunu fark ettim: Dükkânını kilitlerdi, sonra da kilidi gerçekten kapanmış mı diye görmek için birkaç kez çekerdi. Bir gün ben nehirden gelirken o da daha henüz dükkânını kilitlemiş ve evine gidiyordu. "Ama kontrol etmedin ki!" dedim.


"Ne?" diye sordu.


Ben de: "Kilidi kontrol etmedin" dedim. Kontrol etmişti; onu kilidi üç sefer çekerken görmüştüm ama onda bir şüphe yaratmıştım ve zihin her zaman hazırdır..


Bunun üzerine bana dedi ki: "Belki de unutmuşumdur; geri dönmem lazım." Geri döndü ve kilidi tekrar kontrol etti. Bu benim zevkim haline geldi; nereye gidecek olsa... pazardan sebze almaya gittiğinde yanına gider ve "Burada ne yapıyorsun? Kilidi kontrol etmeden bıraktın!" derdim..


Sebzeleri oracıkta bırakıp, "Geri geleceğim; önce gidip kilitleri kontrol etmem lazım" derdi. Tren istasyonunda bile; bir yere gitmek için bilet alıyordu ve gidip ona, "Ne yapıyorsun? Kilit?" diye sordum.


"Aman tanrım, kontrol etmemiş miydim?" dedi.


"Hayır" dedim.


"Artık gitmem imkânsız" dedi. Bileti iade etti, eve gitti ve kilidi kontrol etti. Ama o zaman da trene gitmek için çok geç kalmıştı; tren çoktan ayrılmıştı. Ve bana güvenmişti çünkü her zaman onun evinin önünde otururdum.


Zamanla herkes bunu öğrendi ve nereye gidecek olsa insanlar, "Nereye gidiyorsun? Kilidini kontrol ettin mi" diye sorardı.


Sonunda bana kızdı. "Bunu sen yayıyor olmalısın çünkü nereye gitsem herkes kilitten bahsediyor" dedi.


Ben de, "Onlara kulak asma. Bırak ne istiyorlarsa söylesinler" dedim.


"Ne demek istiyorsun onları dinleme derken! Şayet onlar doğruyu söylüyorlarsa o zaman sonsuza kadar mahvoldum demektir. Bunu şansa bırakamam. Adamın yalan söylüyor olabileceğinden adım gibi emin bile olsam kildi kontrol etmeye mecburen gelip bakmak zorundayım. Bir yerden kontrol ettiğimi biliyorum ama kim emin olabilir ki?" dedi.


Zihin hiçbir şey hakkında emin değildir.


Eğer zihnin iki zıt kutbu arasındaysan, arada kalmışsan; her zaman yapmalı mı yapmamalı mı daysan çıldıracaksın. Sen çıldırmış durumdasın! Bu gerçekleşmeden dışarı zıpla ve dışardan zihne bak.


Zihnin farkında ol; parlak tarafı, karanlık tarafı, doğru tarafı, yanlış tarafı. Hangi kutbu olursa olsun sadece farkında ol. Bu farkındalıktan iki şey çıkacak: İlki zihin olmadığın ve ikincisi de farkındalığın zihnin hiçbir zaman sahip olmadığı bir kararlılığa sahip olduğu.


Zihin temelinde kararsızdır ve farkındalık da temelinde kararlılıktır. O halde farkındalıktan kaynaklanan her eylem tamdır, bütündür, onda pişmanlık yoktur.


Hayatımda hiçbir zaman bir şey için acaba başka bir şey daha mı iyi olurdu diye ikinci kez düşünmedim. Hiçbir zaman pişmanlık duymadım. Hiçbir zaman herhangi bir hata yaptığımı düşünmedim çünkü bu şeyleri söyleyecek başka bir kimse yok. Ben farkındalığımdan eyleme geçmekteyim; bu benim tüm varlığım. Artık ne olursa olsun, mümkün olan her şey odur. Dünya ona doğru ya da yanlış diyebilir, bu onların bileceği bir iştir ama benim sorunum değil.


O yüzden farkındalık seni kararsızlığının dışına çıkartır. Zihnin bu iki kutbunun arasında asılı kalmaktansa her ikisinin de ötesine zıplarsın ve bu kutupların sadece zihnin içindeysen kutup olduğunu görebileceksin. Onun dışındaysan onların madalyonun iki yüzü olduğunu görüp şaşıracaksın; karar alma meselesi diye bir şey yoktu.


Farkındalıkla birlikte zihin açıklığına, bütünlüğe, bırakmışlığa sahipsin; senin içinde varoluş karar verir. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar vermek zorunda değilsin. Varoluş elini elinin içine alır ve sen rahat bir şekilde hareket edersin. Tek yol, doğru yol budur. Ve senin aklı başında olabileceğin tek yol budur; aksi taktirde sersem bir şekilde kalırsın.


Şimdi, Soren Kierkegaard çok büyük bir zihindir ama bir Hıristiyan olarak farkındalık diye bir kavrama sahip değildi. Düşünebilir ve çok derinlemesine düşünebilir ama sadece sessiz kalıp izleyemezdi. Zavallı adam izlemek, tanık olmak, farkındalık gibi şeyleri hiç duymuşluğu yoktu. Tüm duyduğu şey düşünmekten ibaretti ve o da tüm dehasını düşünmeye aktardı. Muhteşem kitaplar üretti ama kendisi için muhteşem bir hayat üretemedi. Tam bir sefalet içinde yaşadı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder