ANALİZ EDEN VE TANIK

Batı yaklaşımı bir sorun hakkında düşünmek, sorunun nedenlerini bulmak, sorunun tarihine girmek, geçmişine gitmek, sorunu başlangıçtaki köklerinden sökmektir. Zihni koşulsuz hale getirmek, ya da yeniden koşullandırmak, bedeni yeniden koşullandırmak, beyinde kalmış olan tüm izleri silmek; budur Batının yaklaşımı. Psikanalist hafızaya girer; orada çalışır. Çocukluğuna gider, geçmişine gider; geriye doğru gider. Sorunun nereden kaynaklandığını bulur; belki elli yıl önce sen bir çocukken annenle ilişkin yüzünden başlamıştır, o zaman psikanalist geri dönecektir.


Elli yıllık hikâye! Uzun, sürüncemede kalmış bir iş. Hatta o zaman fazla bir yararı dokunmaz; bu sadece tek bir sorundan ibaret bir şey değildir. Bir tek sorunun tarihinin içine girebilirsin; otobiyografine bakıp sorunların sebeplerini bulabilirsin. Belki tek bir sorunu aradan çıkarabilirsin ama milyonlarca problem var. Şayet bir hayattaki sorunların hepsinin içine tek tek girmeye başlarsan, milyonlarca hayata ihtiyaç duyacaksın! Tekrar söyleyeyim: Tek bir hayatın sorunlarını çözmek için milyonlarca kez tekrar tekrar doğmak zorunda kalacaksın. Bu hemen hemen mümkün değildir. Bu yapılamaz. Ve bu hayatının problemlerini çözmek için doğduğun milyonlarca yaşam kendi sorunlarını yaratacak... ve bu böyle sürüp gidecek. Defalarca sorunların içine sürükleneceksin. Bu çok saçma!


Artık aynı psikoanalitik yaklaşım bedene doğru yöneldi: Rolfing, bioenerjetik ve diğer yöntemler bedendeki izleri kaldırmaya çalışıyor. Yine bedenin tarihine girmek zorundasın. Ama her iki yaklaşımda da aynı mantık silsilesinde işleyen değişmez şey: Problem geçmişten kaynaklanır, yani bir şekilde geçmişte bir yerlerde demir atmış olmalı.


İnsanın aklı her zaman iki imkânsız şeyi yapmaya çalışır. Birisi yapılamaz bir şey olan, geçmişi yeniden düzenlemektir. Geçmiş gerçekleşmiştir. Geçmişe gerçekten gidemezsin. Geçmişe gitmeyi düşündüğünde, en iyi ihtimalle onun anılarına gidebilirsin, o gerçek geçmiş değildir, o sadece bir anıdır. Geçmiş artık yoktur, dolayısıyla onu yeniden düzenleyemezsin. Bu insanlığın gerçekleşmesi imkânsız amaçlarından birisidir ve insan bunun yüzünden çok acı çekmiştir. Geçmişi silmek istersin; nasıl silebilirsin ki? Geçmiş kesindir. Geçmiş, bir şeyin tüm potansiyelinin bittiği anlamına gelir; gerçek olmuştur. Artık onu düzenleme, silme ya da yeniden yapma potansiyeli yoktur. Geçmişle ilgili yapılacak hiçbir şey yoktur.


Ve insan zihnini her zaman meşgul etmiş diğer imkânsız düşünce de geleceği kurmaktır; bu da, yine yapılamaz. Gelecek henüz olmamış olan demektir: Onu kuramazsın. Gelecek kurgulanmadan kalır, gelecek açık kalır.


Gelecek saf potansiyeldir; gerçekleşmediği sürece ondan emin olamazsın. Geçmiş saf gerçekleşmedir; olmuştur. Artık onunla ilgili bir şey yapılamaz. Bu ikisinin arasında, şimdiki zamanda insan durup bu iki imkânsızlığı düşünür. O gelecekle ilgili her şeyden emin olmak ister; ve bu yapılamaz. Bunun kalbinde mümkün olduğunca derinlere inmesine izin ver: Bu yapılamaz. Şimdiki anını geleceği belirlemek için harcama. Gelecek belirsizliktir; bu geleceğin niteliği tam olarak budur. Ve zamanını geriye bakarak harcama. Geçmiş gerçekleşti, o ölü bir olgudur. Ona hiçbir şey yapılamaz. Yapabileceğin en iyi şey onu yeniden yorumlamaktır, hepsi bu. Psikanalistin yaptığı da budur; onu yeniden yorumlamak. Yeniden yorum yapılabilir ama geçmiş aynı kalır.


Psikanaliz ve astroloji; astroloji bir şekilde geleceği belirlemek ister ve psikanalist de geçmişi yeniden yapmak ister. Her ikisi de bilim değildir. Her ikisi de imkânsızdır ama her ikisinin de milyonlarca takipçisi vardır çünkü insanoğlu bunu sever! O gelecekten emin olmak ister bu yüzden astrologa gider, I-Ching'e danışır, bir tarot okuyucusuna gider ve kişinin kendini kandırması, aptallaştırması için bin bir tane yöntem vardır. Ve geçmişi değiştirebileceğini söyleyen bazı insanlar vardır; onlara da danışır.


Bir kez bu iki şey bırakıldığında, her türlü aptallıktan özgürleşirsin. O zaman psikanaliste gitmezsin ve astrologa gitmezsin. O zaman geçmişin bittiğini bilirsin; sen de onunla birlikte biteceksin. Ve gelecek henüz gerçekleşmedi. Ne zaman olursa göreceğiz; tam şu an onun için hiçbir şey yapılamaz. Yalnızca, elinde olan, gerçek olan yegâne anı mahvedebilirsin.


Batı sürekli bir biçimde nasıl çözüleceğini bulmak için problemlere bakıyor. Batı problemleri ciddiye alıyor. Ve belli bir mantığın, verili bir önermenin içine girdiğinde mantık mükemmel görünür.


Geçenlerde bir fıkra okumaktaydım: Büyük bir felsefeci ve dünyaca ünlü bir matematikçi bir uçaktadırlar. Kaptandan, "Üzgünüm küçük bir gecikme olacak. Bir numaralı motor durdu ve biz üç motorla uçmaya devam ediyoruz" diye bir anons geldiğinde, matematikçi büyük bir matematik problemini düşünerek koltuğunda oturmaktadır.


On dakika kadar sonra ikinci bir anons gelir: "Korkarım daha da çok gecikme olacak; iki ve üç numaralı motorlar da durdu ve geriye sadece dört numara kaldı."


Bunun üzerine matematikçinin yanında oturan felsefeci ona dönüp, "Vay canına! Eğer diğeri de duracak olursa tüm geceyi burada geçireceğiz!"


Belli bir çizgi doğrultusunda düşünürken, onun yönünün kendisi pek çok şeyi mümkün kılar; saçma şeyler de mümkündür. Bir kez insanların problemlerini ciddiye almışsan, bir önermeyi kabul etmişsindir, ilk adımını yanlış attın. Şimdi bu doğrultuda gidebilirsin ve sürekli gidersin ve gidersin. Artık zihin olgusuyla, psikanalizle ilgili o kadar büyük miktarda bir literatür gelişmiştir ki; milyonlarca makale ve kitap yazılmıştır. Bir kez Freud belli bir mantığın kapısını açtıktan sonra o tüm yüzyıla hükmetmiştir.


Doğunun tamamen başka bir bakışı vardır. İlk olarak o der ki hiçbir problem ciddi değildir. Hiçbir problemin ciddi olmadığını söylediğin anda, problem nerdeyse yüzde doksan dokuz ölmüştür. Onunla ilgi tüm görüşün değişir. Doğunun söylediği ikinci şey ise problemin sen onunla özdeşleştiğin için orada olduğudur. Onun geçmişle bir ilgisi yoktur, tarihiyle bir ilgisi yoktur. Onunla özdeşleşmişsin; gerçek olan bu. Ve tüm problemleri çözecek anahtar da bu.


Örneğin, sen kızgın bir insansın. Eğer bir psikanaliste gidersen sana diyecektir ki: "Geçmişe git... kızgınlık nasıl içinde yükseldi? Hangi koşullarda giderek daha fazla zihnini şartlandırdı ve izlerini bıraktı? Tüm bu izleri temizleyip atmalıyız; onları silmeliyiz. Geçmişini tamamen arındırmalıyız."


Eğer Doğulu bir mistiğe gidersen sana diyecektir ki: "Sen kızgınlık olduğunu düşünüyorsun, kızgınlıkla özdeşleşmiş hissediyorsun; yanlış giden şey burada. Bir dahaki sefere kızgınlık geldiğinde bir izleyici ol, sadece bir tanık ol. Kızgınlıkla özdeşleşme. 'Ben kızgınım' deme. 'Ben kızgınlığım' deme. Onun olmasını sanki TV ekranında oluyormuşçasına izle. Kendine sanki başkasına bakıyormuş gibi bak."


Sen saf bilinçsin. Kızgınlık bulutu seni çevrelediğinde sadece izle ve tetikte ol, bu sayede onunla özdeşleşmezsin. Her şey problemle nasıl özdeşleşmeyeceğinle ilgili. Bir kez öğrendin mi... o zaman "bir sürü probleme" sahip olmak sorun olmaktan çıkar çünkü anahtar, aynı anahtar tüm kilitleri açar. Bu kızgınlık için böyledir, hırs için böyledir, seks için böyledir. Zihnin yapabileceği diğer her şeyde bu böyledir.


Doğu sadece özdeşleşmeden kal der. Unutma; George Gurdjieff'in "öz-anımsaması" derken demek istediği budur. Unutma sen bir tanıksın, dikkatli ol; Buda böyle diyor. Bir bulutun geçmekte olduğunun ayrımında ol; belki de bulut geçmişten geliyordur ama bunun hiçbir anlamı yok. Onun belli bir geçmişi olmalı, gökten zembille inmiş olamaz. Belli bir olay sırasından geliyor olmalı; ama bu tamamen konu dışıdır. Neden bununla meşgul olasın? Tam şimdi, tam şu an ondan ayrılabilirsin. Kendini ondan çekip çıkartabilirsin, köprü tam şu an yıkılabilir ve yalnızca şimdi yıkılabilir.


Geçmişe dönmek yardımcı olmayacak. Otuz yıl önce kızgınlık ortaya çıktı ve sen o gün onunla özdeşleştin. Artık bu geçmişinle özdeşleşmeni ortadan kaldıramazsın; o artık yok! Ancak şu an özdeşleşmenden kurtulabilirsin, tam şu an; sonrasında, geçmişindeki tüm kızgınlık silsilesi artık senin bir parçan olmaktan çıkar. Anne-baban ve toplumun sana her ne yaptıysa geri dönüp silmen gerekmeyecek; bu çok değerli şimdiki anın tam olarak ziyan edilmesi olacaktır. Hepsinden önce o birçok yılı mahvetti; şimdi tekrar senin şimdiki anını yok ediyor. Onun dışına kolayca çıkabilirsin, aynı bir yılanın eski derisinin dışına kayıvermesi gibi.


Geçmiş ve şartlandırmaları vardır ama onlar ya bedende ya da beyindedir; bilincinde var olmazlar çünkü bilinç şartlandırılamaz. Bilinç özgür kalır; özgürlük onun en saf niteliğidir, özgürlük onun doğasıdır. Bakabilirsin; pek çok yılın baskıları, pek çok yılın belli bir eğitimi. Şayet şu an ona bakıyorsan artık bu bilinç onunla özdeşleşmemektedir; öyle olmasa kim fark edecek? Eğer gerçekten baskılanmış halde olsaydın, o zaman kim farkında olacaktı? O zaman farkında olma olasılığı olmayacaktı.


Şayet sen , "Çılgın bir eğitim sisteminde yirmi bir yıl harcadım" diyebiliyorsan bir şey kesindir: Henüz sen çıldırmamışsın. Sistem başaramadı; işe yaramadı. Sen delirmedin bu yüzden tüm sistemin çıldırmış olduğunu görebiliyorsun. Delirmiş bir adam deliliğini göremez. Sadece akıllı bir adam bunun bir delilik olduğunu görebilir. Deliliği delilik olarak görmek için akıllılığına ihtiyaç vardır. Bu yirmi bir yıllık çıldırmış eğitim sistemi başarısız oldu; tüm bu baskıcı şartlandırmalar beceremedi. Gerçekte başaramaz; sadece senin onunla özdeşleşmenle orantılı olarak başarılı olabilir. Her an onun dışında durabilirsin... o orada, onun orada olmadığını söylemiyorum ama artık bilincinin bir parçası değil.


Bilincin güzelliği de budur; bilinç her şeyin dışına çıkabilir. Onun için bir engel, bir sınır yoktur. Bir saniye önce sen bir İngiliz'din; milliyetçiliğin saçmalığını anladıktan sonraki saniyede artık bir İngiliz değilsin. Senin beyaz tenin değişecek demiyorum; beyaz kalacak. Ama artık beyazlıkla kendini özdeşleştirmeyeceksin; artık siyahlığa karşı olmayacaksın. Onun aptallığını görüyorsun. Sadece artık İngiliz olmadığını gördüğün için İngilizce dilini unutacağını söylemiyorum, hayır. O hâlâ senin hafızanda olacak ama bilincin onun dışına kayacak, bilincin bir tepede durup vadiye bakıyor olacak; artık İngiliz vadide ölmüştür ve sen tepelerde, çok uzaklarda, bağımsız, dokunulmaz olarak duruyorsun.


Tüm Doğu metodolojisi tek bir sözcüğe indirgenebilir: Tanıklık. Ve tüm Batı metodolojisi tek bir sözcüğe indirgenebilir: Analiz etmek. Analiz ederken dönüp dönüp durursun. Tanıklıkta basitçe çemberin dışına çıkarsın.


Analiz etmek fasit bir dairedir. Eğer gerçekten analize girersen hemen şaşırırsın; nasıl mümkün olabilir? Örneğin, diyelim geçmişe gitmeye çalışacaksın, nerde duracaksın? Tam olarak nerede? Eğer geçmişe gidersen cinselliğin nerde başladı? On dört yaşındayken mi? Peki o zaman gökten mi indi? Bedeninde hazırlanıyor olmuş olmalı, öyleyse ne zaman? Doğduğunda mı? Ama o zaman annenin rahmindeyken hazırlanmıyor muydu? O halde ne zaman, döllendiğin an mı? Ama bundan önce cinselliğinin yarısı annenin yumurtalarında olgunlaşmıştı ve diğer yarısı da babanın sperminde olgunlaşıyordu. Artık sen devam et... nerede sonlanacak? Adem’le Havva’ya gitmek zorunda kalacaksın! Hatta o zaman dahi son bulmaz: Allah Baba’nın kendisine gitmen gerekecek; herşeyden önce Adem'i neden yaratma ihtiyacı duydu ki?...


Analiz her zaman yarım kalacaktır, dolayısıyla analizin kimseye gerçek bir faydası olmayacak. Kendi gerçekliğine daha çok uyum sağlamanı sağlayacak, hepsi bu. Bu bir çeşit düzenleme, o senin problemlerin hakkında, nasıl yaratıldıkları, nereden kaynaklandıkları konusunda birazcık anlayış edinmene yardım eder. Ve bu azıcık entelektüel anlayış senin topluma daha iyi uyum sağlamana yardım eder ama sen aynı kişi olarak kalırsın. Onun aracılığıyla bir dönüşüm yoktur, kökten bir değişim yoktur.


Tanık olmak bir devrimdir. Ta köklerden gelen bir radikal değişimdir. O varoluşa tamamıyla yeni bir insan getirir çünkü o bilincini tüm koşullanmaların dışına çıkarır. Koşullanmalar bedende ve zihinde vardır ama bilinç koşullanmadan kalır. O saftır, her zaman saftır. O bakiredir; onun bekâreti iğfal edilemez.


Doğunun yaklaşımı seni bu bakire bilincin, bu saflığın, bu masumiyetin farkına vardırmaktır. Doğunun vurgusu gökyüzünedir ve Batının vurgusu ise bulutlaradır. Bulutların bir yaradılış hikâyesi vardır: Nereden geldiklerini bulursan, okyanusa gitmek zorunda kalacaksın, sonra güneş ışınlarına ve suyun buharlaşmasına ve bulutların şekillenmesine... ve sonra da devam edebilirsin ancak bir çemberin içinde dolanacaktır. Bulutlar oluşur, sonra tekrar gelirler, ağaçlara âşık olurlar, tekrar yeryüzüne dökülmeye başlarlar, nehre dönüşürler, okyanusa giderler, buharlaşmaya başlarlar, güneş ışıklarıyla tekrar yükselirler, bulut olurlar ve tekrar yeryüzüne düşerler... Bu sürer gider ve döner durur, döner durur, döner durur. Bu bir çarktır. Neresinden dışarı çıkacaksın? Bir şey diğerine götürür ve sen çarkın içinde kalacaksın.


Gökyüzünün yaradılış hikâyesi yok. Gökyüzü yaratılmamıştır: O hiçbir şey tarafından imal edilmemiştir. Aslında herhangi bir şeyin olabilmesi için gökyüzüne bir zorunluluk, bir öncül olarak ihtiyaç vardır; o her şeyin var olmasından önce var olmalıdır. Hıristiyan din bilginlerine sorabilirsin; derler ki: "Tanrı dünyayı yarattı." Onlara Tanrı dünyayı yaratmadan önce bir gökyüzü var mıydı yok muydu diye sor. Şayet gökyüzü olmadıysa, Tanrı nerede var oluyordu? Onun bir uzaya ihtiyacı olmuş olmalı. Eğer uzay olmadıysa dünyayı nerede yarattı? Dünyayı nereye koydu? Uzay Tanrının var olması için bile bir zorunluluk. "Tanrı uzayı yarattı" diyemezsin. Bu saçma olurdu, o zaman var olabileceği bir uzay olmazdı. Uzay Tanrıdan önce var olmalıdır.


Gökyüzü her zaman oradaydı. Doğunun yaklaşımı gökyüzüne dikkat etmektir. Batının yaklaşımı seni giderek daha fazla bulutlara karşı uyarır ve birazcık yardım eder ancak en derindeki özünün farkına vardırmaz. Çeperin, evet. Etrafın biraz daha farkında olursun ama merkezin farkında olmazsın. Ve bu çeper bir hortumdur.


Hortumun merkezini bulmak zorundasın. Ve bu sadece tanık olunarak gerçekleşir.


Tanık olmak koşullanmalarını değiştirmeyecek. Tanıklık senin bedenindeki adale sistemini değiştirmeyecek. Ancak, tanık olmak sana tüm adale sistemlerinin, tüm koşullanmaların ötesinde olduğun deneyimini verecek. Bu öteye geçmişlik, aşkınlık halinde —senin için— hiçbir problem var olmaz.


Ve artık o sana kalmış. Beden hâlâ adale sistemini taşıyacak, zihin hâlâ koşullanmalarını taşıyacak; artık sana kalmış. Eğer arada bir problem arayacak olursan, zihinbedene giderek probleme sahip olup tadını çıkartabilirsin. Şayet istemezsen dışarıda kalabilirsin. Problem zihinbeden olgusunun içine kazılı bir biçimde duracak ama sen ondan ayrı ve uzakta olacaksın.


Bir Buda böyle iş görür. Sen hafızanı kullanıyorsun, bir Buda da hafızasın kullanır ama kendisini onunla özdeşleştirmez. O hafızayı bir mekanizma olarak kullanır. Mesela ben dili kullanıyorum. Dili kullanmak zorunda olduğumda zihni ve içinde iz bırakmış olan her şeyi kullanıyorum ancak sürekli olarak bakıldığında ben zihin değilim; bunun farkındalığı oradadır. Yani ben patron olarak kalırım, zihin de hizmetkâr olarak kalır. Zihin çağırıldığında gelir; onun faydaları oradadır ancak hükmedemez.


Öyleyse problemler yine de var olacak ama onlar yalnızca beden ve zihnin içinde tohum olarak var olacaklar. Geçmişini nasıl değiştirebilirsin ki? Geçmişte bir Katolik oldun; şayet kırk yıl bir Katolik olduysan, bu kırk yılı nasıl değiştirecek ve bir Katolik olmayacaksın ki? Hayır, bu kırk yıl bir Katolik olarak geçirdiğin bir dönem olarak kalacak ama sıyrılıp onun dışına çıkabilirsin. Artık biliyorsun ki o yalnızca bir özdeşleşmeydi. Bu kırk yıl yok edilemez ve onları ortadan kaldırmaya gerek yok. Eğer evin efendisiysen gerek yoktur. Hatta bu kırk yılı bir şekilde, yaratıcı bir şekilde kullanabilirsin. Bu çılgın eğitim bile yaratıcı bir biçimde kullanılabilir.


Beyinde ve kas sisteminde kalmış olan izlerin hepsi... onlar orada olacak ama bir tohum, bir potansiyel olarak. Eğer kendini fazlasıyla yalnız hisseder ve problem sahibi olmak istersen onları alabilirsin. Sefillik olmadığı halde kendini fazlasıyla sefil hissedersen onları alabilirsin. Onlar her zaman emrine amade olacaklar ama onları almaya gerek yok, böyle bir zorunluluk yok. Bu senin seçimine kalmış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder